İtiraf edeyim, Nuri Bilge Ceylan’ın sıkılmadan
izlediğim tek filmi Bir Zamanlar Anadolu’da
idi. Ama Kış Uykusu’na giderken
aklımda bu film değil daha çok Uzak, Mayıs Sıkıntısı, İklimler ve Kasaba
filmleri vardı. Filmin süresine baktım, 3 saat 16 dk. Gözümün önünden bu
filmler geçti. Yine mi sıkılacağız? Hem de 3 saat 16 dakika. Hatta yine itiraf
edeyim, salona girene kadar ayaklarım geri geri bile gitti. 3 saat Uzak gibi (hadi Uzak’ı eleyelim) Mayıs Sıkıntısı
gibi Kasaba gibi hele hele İklimler gibi bir film izlenmez çünkü.
Koltuğa oturduğumda hala çıkma şansım vardı.
Eğer sağımda solumda oturanları rahatsız edeceğimi düşünmesem verdiğim paraya
acımayacak ve çıkacaktım. Ben bunları düşünürken işte, film başladı. İlk kare:
Son derece basit bir görüntü. Her zamanki Nuri Bilge Ceylan fotoğrafı. Aydın
isimli karakteri canlandıran Haluk Bilginer Kapadokya’nın eşsiz güzellikteki
vadi eteğinde durmuş düşünceli bir halde boşluğa bakıyor. Sonra anladım,
bakmıyor. Oraya mantar toplamaya gelmiş. Bakışında, duruşunda yalnızlık,
sıkıntı vs elbette var. Ama ondan da öte bir horlanmışlık, kendini kendine bile
kabul ettiremeyen insanın çaresizliği ve bilinemezliği var. Benim gibi Nuri
Bilge Ceylan filmlerine önyargıyla giden bir seyirci için iyi bir şeyle karşı
karşıya olduğunuza dair önsezilerinizi harekete geçiren bir ilk sahne bu. O
kareye bakarken (belki edebiyatla daha fazla haşır neşir olduğumdan) aklımdan
geçen şuydu; bir romanın etkileyici ilk cümlesi gibi bir sahne bu. “Gregor Samsa bir sabah devcileyin bir böcek
olarak uyandı” gibi mesela. Neredeyse böyle bir cümleydi. İlk cümleden sizi
sarıp sarmalayan romanlar genelde güzeldir. Sizi keyifli bir yolculuğa
hazırlar. Dönüşüm romanının güzel
olacağı bu ilk cümleden bellidir.
Bir kareden bu anlamlar çıkar mı? Her filmde
çıkmaz. Yalnızca derin ve güçlü anlatımların, o güçlü anlatımları iyi gösterebilen
marifetli oyuncuların becerisidir o. Filmi izlediğinizde o kareye tekrar döner
ve çıkardığınız bu anlamları pekiştirirsiniz. O kare yukarıda zikrettiğim Kafka
cümlesi gibi bir şey işte; “Aydın bir sabah devcileyin bir böcek olarak
Kapadokya’da uyandı.” Kış Uykusu’nun
keyifli bir yolculuk olacağını oradan hissettim.
Ne vardı o ilk sahnede? Soruyu
genelleştiriyorum; Kış Uykusu’nda ne
vardı? Aydın bunalımı, küçük burjuva kaçışlar, sıkışmışlık sendromu gibi
klişeleri (ve bu tarz okumaları) geçiyorum. Kaldı ki filmin bunları baz alarak
yapıldığını falan da düşünmüyorum. Bunlar filmin doğası gereği geçerken
değinilen light motifler bana göre. Ama filmin içinde en önemsiz detaylar. Nuri
Bilge Ceylan bunlardan daha gerçek, daha inandırıcı noktalardan hareket ediyor
ve insanın bilinemeyen ve aslında hiçbir zaman bilinemeyecek bir varlık olduğu,
o bilinemezliğin de mistisizme ya da agnostisizme düşmeden anlatılabileceğine
dair derin bir çizgide kamerayı oynatıyor. Kış
Uykusu’nun aurasını bu bakış yaratıyor kanımca. Sonra sahne sahne, insanın
o bilinemez varlığı anlatılırken, kendini tanıyabilmek için nasıl bir
çaresizliğin içinde debelendiği anlatılıyor. Ve bence en önemlisi (hatta filmi
bu denli etkileyici ve güçlü kılan) bütün bu ince hat üzerinde gezerken profana
düşmeden (çoğu sanat ürünü düşer çünkü o duruma), insanın o müphem sınırları
içinde kalarak insanlığın evrensel hikayesinin ne kadar güzel anlatılabileceği
gösteriliyor.
Nedir ki bu profan? Profanın birkaç anlamı var.
İlki dünyevileştirmek, maddileştirmek diyebiliriz. Kutsal şeylere karşı
saygısızca davranmak anlamına da geliyor. Bir de bayağılaştırmak ve özensizce
kullanmak gibi bir anlamı var. Bütün anlamlar birbiriyle paralel. Film, işte insanın
sınırsız müphemliğini, bilinemezliğini işlerken bu anlamların tuzağına
düşmüyor. İnsan “kutsal” bir varlıktır diyeceksek, o kutsallığı deforme
etmiyor; neden sonuç eksenli bir ufukla söylemini baltalamıyor örneğin. N.
Bilge Ceylan, çaresizliğin doruklarında yaşayan insanları (evet insanları,
yalnızca Aydın karakterini değil), nedenini açıklamaya ihtiyaç duymadan, o
büyük çaresizlik sorunsalıyla karşı karşıya bırakıyor. Aydın ya da değil, her
insanın yaşadığı içsel ya da dışsal büyük çaresizliği var o filmde. Arabanın camını
kıran o çocuğun film boyunca tuhaf ve etkileyici bakışı, filmin sonlarına doğru
birden sinirle müthiş bir Shakespeare tiradı okuyan saf ve naif (görünen)
öğretmen, Aydın’ın ablası Necla (ve o müthiş kötülük üzerine konuştukları
sarsak sahne) ve Aydın da dahil bütün karakterler insanın bilinmezliği ve büyük
çaresizliği üzerine derin bir yolculuk değil de nedir?
Filmin tek tek bütün sahnelerini anlatmaya ve bu
minvalde çözümlemeye gerek yok. Böyle bir derdim de yok. O müthiş para
sahnesini getirin gözünüzün önüne yeter. Oradaki imamı (Serhat Kılıç), İsmail’i
(Nejat İşler) ve filmin en büyük çaresizi Nihal’i (Melisa Sözen) getirin.
İnsanın büyük ve trajik ikilemidir o sahne. Para alınmalıdır esasen ama işte
insan hangi durumda ne yapacağı tam olarak kestirilemeyen akıl ve his paradoksu
içine sıkışmış bir varlıktır. İnsanın bilinemezliği burada yatmaktadır biraz
da.
Ben filmin bunu bütünüyle anlatabildiği için
derin, en küçük roldeki oyuncunun bile bu derinliğin içinde kaybolduğu ve bu
kayboluşu gösterebildiği için etkileyici, boşluksuz ve güçlü diyaloglarıyla
derinliği ve etkileyiciliği pekiştirdiği için büyük bir anlatı olduğunu
düşünüyorum. Böyle olduğunu düşündüğüm için de, (yukarıda da zikrettiğim), filmin
basit bir aydın bunalımı ya da küçük burjuva dünyanın serencamı olduğunu
düşünmüyorum. Hatta bu temanın da artık bir bayağılaşmak anlamında profan
olduğunu, filmin özenle bu bakıştan kaçtığını söyleyebilirim. Bence bu bakıştan
kaçtığı için Kış Uykusu izlenmeye ve
üzerinde konuşulmaya değer bir film.
Son olarak bir vurgu daha yapmak gerek kanımca. Kış Uykusu yalnızca Nuri Bilge Ceylan’ın
değil bir bütün olarak Türk sinemasının doruk noktasını oluşturuyor bence. Ve
aşılması zor bir nokta olduğunun altını çizmek gerek. Bu satırların yazarına
göre Türk sinemasında insanı bütün yönleriyle anlatan Yılmaz Güney’in koyduğu
ve aşılamayan bir çıta vardı. Kış Uykusu
ile bu çıtayı Nuri Bilge Ceylan’ın devraldığını söylemem lazım.
Bir de bundan sonra Nuri Bilge Ceylan sineması
diyince aklıma Bir Zamanlar Anadolu’da
filmiyle birlikte bu filmin gelecek olmasını da (ama daha çok bu filmin gelecek
olması) kendime not olarak düşüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder